DİNLE
DİĞER İZLEME ADRESİ
İNDİR
Rabîulevvel Ayının Özelliği Nedir?
Cenâb-ı Hak; “Rahmân, Rahîm”, çok merhametli. Efendimiz’i de “raûf ve rahîm” buyruluyor; çok merhametli, çok şefkatli… (Bkz. et-Tevbe, 128) Yalnız Efendimiz için Kur’ân-ı Kerîm’de bu tâbir var, diğer peygamberler için yok. Demek ki Peygamber Efendimiz bütün peygamberlerin zirvesinde merhamette, zirvesinde şefkatte…
Yine Efendimiz buyuruyor ki:
“Ben diyor, İsrâfil Sûr’u üfürünceye kadar «ümmetî, ümmetî» diyeceğim buyuruyor, kabrimde.” (Bkz. Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, XIV, 414)
“Ümmetimin güzel hâlleri bana gelir, sevinirim, mesrur olurum. Menfî hâlleri gelince de istiğfar ederim onlar için, üzülürüm.” buyuruyor. (Bkz. Heysemî, IX, 24)
Biz bunun bir…
ثُمَّ لَتُسْئَلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ
(“Sonra o gün, verdiğimiz nîmetlerden sorulacaksınız.” [et-Tekâsür, 8])
En büyük nîmet… Bunun bir, en büyük nîmetin bir karşılığını ödemek… Bu da Rasûlullah Efendimiz’in yeryüzünde O’nun bir temsilcisi olabilmek. Cenâb-ı Hak; “siz yeryüzünde Allâh’ın şahitlerisiniz, Allâh’ın dînini temsil edersiniz, Peygamber de size şahit olsun” buyuruyor. (Bkz. el-Bakara, 143)
Demek ki vizeler hep Rasûlullah Efendimiz’den gelecek -inşâallah-. Onun için -inşâallah- salevât-ı şerîfe ile başlayalım:
Ol Seyyidü’l-Kevneyn, (iki cihan efendisi) Muhammed Mustafâ’ya salevât!..
اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلٰى اٰلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ
Ol Rasûlü’s-Sekaleyn (insin ve cinnin peygamberi) Muhammed Mustafâ’ya salevât!..
اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلٰى اٰلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ
Ol İmâmu’l-Harameyn (Mekke-i Mükerreme ve Medîne-i Münevvere’nin imâmı)…
اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلٰى اٰلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ
Ol Ceddü’l-Haseneyn (Hasan ve Hüseyin Efendilerimiz’in mübârek ceddi) Muhammed Mustafâ’ya salevât!..
اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلٰى اٰلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ
Cenâb-ı Hak cümlemize Efendimiz’i yakından tanımayı nasîb eylesin -inşâallah-.
Demek ki bu Rabîulevvel ayı, bu Velâdet Kandili’ni idrâk edebilmek, her şeyden önce Fahr-i Kâinat Efendimiz’e ümmet olmanın sevincini, vecdini ve huzurunu gönlünde tutabilmek, O’nun izinden gidebilmek…
Rasûlullah Efendimiz, Cenâb-ı Hakk’ın insanda bir mûcizesi. Öyle bir mûcizesi ki, “Allâh’a yaklaşmayı umanlar, âhiret gününe yaklaşmayı umanlar, Allâh’ı çok çok zikredenler için üsve-i hasene, örnek şahsiyet, örnek karakterdir.” buyuruyor. (Bkz. el-Ahzâb, 21)
Yani Cenâb-ı Hakk’ın dünyada bir, insanda bir mûcizesi… Kıyamete kadar gelen bütün insanlara örnek.
Yani düşünün bir câhiliye toplumunda, bütün o câhiliyeye, hepsine bir örnek oldu. Değişik fıtratlara örnek oldu. Değişik fıtratları terbiye etti. Kıyamete kadar da kimin bir problemi varsa Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in hayatında, asr-ı saâdette onu çözer. Çünkü Cenâb-ı Hak buyuruyor “üsve-i hasene, örnek şahsiyet”. Yani bir insanda mucize…
Kâinat, fiilde bir mucize. Kur’ân-ı Kerîm, kelâmda bir mucize. -Sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise insanda bir mucize.
Hayatıyla canlı bir tefsir. Güzel ahlâkın en güzel timsâli. Kur’ân-ı Nâtık. Onun için Kur’ân’dan sonra dînin ikinci kaynağı.
Dolayısıyla Efendimiz olmadan, İslâm lâyıkıyla anlaşılamaz, derinliğine kavranamaz, İslâm’ın özü idrâk edilemez.
Üç vazifeyle Efendimiz teşrif etti:
- Allâh’ın âyetlerini tebliğ etmek.
İkincisi; “وَيُزَكِّيهِمْ” insanların gönül âlemlerini temizlemek. (Bkz. el-Bakara, 129; Âl-i İmrân, 164; el-Cumua, 2)
Yani nefsânî arzular bertaraf edilecek, rûhânî… Kalpler, “Lâ ilâhe”; Allah’tan uzaklaştıran her şey kalpten silinecek. “İllâllah”; kalp, Cenâb-ı Hakk’ın cemâlî sıfatlarının mazharı hâline gelecek. Bu şekilde Cenâb-ı Hak’la bir dostluk meydana gelecek.
Üçüncü fasılda da “Kitap ve hikmet telâkkîsi”. Kur’ân-ı Kerîm ile kul derinleşecek.
Nasıl bir dalgıç, indiği her derinlikte değişik manzaralar seyreder; herkes de Kur’ân-ı Kerîm’in önünde aynı rahlede oturur, kalbinin takvâsına göre ayrı ayrı manzaralar seyreder. Ve hikmet, o kulda tecellî edecek.
Cenâb-ı Hak “عَلَّمَهُ الْبَيَانَ” (“Ona beyanı (düşünüp ifade etmeyi) öğretti.” [er-Rahmân, 4]) buyuruyor. Hikmetler, sırlar, isimler, Cenâb-ı Hak insana veriyor. Hikmetler, sırlar o kalpte tecellî edecek. Hikmet tecelli edecek. Yani derin insan olacak.
لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
(“…Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.” [Yûnus, 62])
Cenâb-ı Hak ile dost olan bir kul olmuş olacak. Cenâb-ı Hak, Rasûlullah Efendimiz’in terbiyesiyle bunu… “Beni Rabbim terbiye etti, ne güzel terbiye etti.” (Süyûtî, I, 12)
Bütün cihanın terbiyesine de Rasûlullah Efendimiz’i Cenâb-ı Hak vazifelendirdi.
Bizim için çok büyük bir nîmet. En büyük nîmet!
لَقَدْ مَنَّ اللهُ
(“Allah lûtufta bulunmuştur…” [Âl-i İmrân, 164])
İşte bu derinliğe kavuşan Hak dostları, Efendimiz’in nasıl bir idrâki içindeydi? Bunu ashâb-ı kirâmda görüyoruz en zirve olarak. “Yâ Rasûlâllah! Canım, malım, her şeyim Sana feda olsun.” diyordu. Yani dünya, gözlerinde küçüldü, âhiret ufku genişledi. Yani Rasûlullah Efendimiz’in bir teklifi, bir nîmet oldu ashâb-ı kirâma.
“Çin’e git.” dedi bir sahâbîye, Çin’e gitti. “Semerkand’a git.” dedi, Semerkand’a gitti. “Afrika’ya gir.” dedi, Afrika’ya gitti. Ve gitmesi de, yorulmadı, üşenmedi, bir enerjiyle…
Bu, nereden geldi bu güç? Rasûlullah Efendimiz’e olan muhabbetten geldi. Peki bu muhabbetin menşei nedir? عَمَلًا صَالِحًا yani “salih amel”ler. Rasûlullah Efendimiz’in her hâliyle, Rasûlullah Efendimiz’in hâliyle yaşayabilmek. Yani “takvâ”.
Takvâ nedir? Nefsânî arzuları bertaraf etme, rûhânî istîdatları inkişâf ettirme, ilâhî kameraların altında olduğumuzun;
وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ
“…Nereye gitseniz, Allah sizinle beraberdir (Rab sizinle beraberdir)…” (Bkz. el-Hadîd, 4) Bunun idrâki içinde olabilmek.
Hattâ;
وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
(“Biz ona şah damarından daha yakınız.” [Kāf, 16]) Şah damarından daha yakın. İçimizden geçenleri bir biz biliyoruz, bir de Cenâb-ı Hak biliyor. Söylemezsek kimse bilmiyor. Yani herkesten gizleriz iç dünyamızı, Cenâb-ı Hak’tan gizleyemeyiz.
Velhâsıl Rabbimiz bize -elhamdülillâh- en büyük Peygamber’i ihsân etti. İşte evliyâullah, ashâb-ı kirâm dâimâ bunun bir şükrânesi içindeydi.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Hazretleri ne güzel ifade eder Efendimiz’e, Kur’ân-ı Kerîm’e olan yakınlığını:
مَنْ بَنْدَهِ قُرْآنَمْ اَكَرْ جَانْ دَارَمْ
مَنْ خَاكِ رَهِ مُحَمَّدْ مُخْتَارَمْ
“Bu can bu tende oldukça Hazret-i Kur’ân’ın kuluyum-kölesiyim. Hazret-i Muhammed Muhtâr’ın mübârek yolunun toprağıyım.” buyuruyor. Nasıl bir ufuklar açılıyor. Ondan sonra bir Mesnevî meydana geliyor.
Kalbin en büyük sanatı; Rasûlullah Efendimiz’i okuyabilmek.
Haşr Sûresi’nde:
“…Rasûl size ne verdiyse alın, size neyi yasakladıysa ondan kaçının, Allah’tan korkun, çünkü Allâh’ın azâbı şedîddir.” (el-Haşr, 7) buyruluyor.
Yani Rasûlullah Efendimiz’i… Rabîulevvel ayının ihyâsı da Efendimiz’e olan bîatı tazelemektir. Ashâb-ı kirâm dâimâ bir bîat hâlindeydi.
Fetih Sûresi’nde:
“Muhakkak ki Sana bîat edenler, Allâh’a bîat etmektedir…” (el-Feth, 10) buyruluyor, yani Rasûlullah Efendimiz’e.
Neye bîat etti orada ashâb-ı kirâm ağacın altında?
“–Yâ Rasûlâllah dedi, Sen’in gönlünde ne varsa biz Sen’in gönlündekine bîat hâlindeyiz.”
Akabe bîatlarında yine Rasûlullah Efendimiz; Allâh’a bîat, Rasûl’e bîatı bildirdi, şartlarını bildirdi.
Abdullah Hazretleri dedi ki:
“–Yâ Rasûlâllah! Bu bîatın karşılığında ne var?” dedi.
“–Cennet var.” buyurdu Efendimiz.
“–Yâ Rasûlâllah! O zaman biz bu akitten dönmeyiz, ne mutlu bizlere!” dedi. (Bkz. İbn-i Kesîr, Tefsîr, II, 406)
Onun üzerine; “mallarıyla, canlarıyla Cennet’i satın aldılar” âyeti indi, Tevbe Sûresi 111. âyet.
Velhâsıl Rasûlullah Efendimiz’e bîat ve bu bîati Rabîulevvel ayında hepimiz tazelemeliyiz.
Yine Bedir’de yine ayrı bir bîat oldu.
“–Biz dediler yâ Rasûlâllah, denize girsen arkandan biz de gireriz denize.” dediler. (Bkz. İbn-i Hişâm, II, 253-254)
Uhud’da Efendimiz biraz mahzun oldu. Hazret-i Hamza, yetmiş sahâbî şehid edildi, mahzun oldu. Ashâb-ı kirâm:
“–Yâ Rasûlâllah dedi, biz dedi şehîd olmaya bîat hâlindeyiz.” dedi.
İnşâallah bu Rabîulevvel ayı da bizim şevkimizi, aşkımızı artırır -inşâallah-.
Velhâsıl dîn, belli zamanlara mahsus bir merasim manzumesi değil, ömürlük bir takvâ hayatıdır.
Bu, nasıl riyâzat, bu şeyde bir riyâzat hâlindeydik Ramazân-ı Şerîf’te. İnşâallah bu Rabîulevvel ayında, bu sevgiyi, bu muhabbeti, hayatımızın bütün her safhasına -inşâallah- yaygınlaştırırız.
اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ
“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” (Buhârî, Edeb, 96)
Cenâb-ı Hak -inşâallah- Rasûlullah Efendimiz’le kıyamet günü, o zor günde beraber olmayı ihsân eder -inşâallah-.
Efendimiz’i yalnız camide, umrede, kutlu doğum programında, sohbette hatırlamak kâfî değil; bunu evimizde, yavrularımıza karşı, onları Allah yolunda iyi yetiştirme, iş yerimizde, mektebimizde, çarşı-pazarda, hiçbir zaman Efendimiz’i unutmamak. Daimâ; “Acaba Efendimiz benim yanımda olsaydı, benim aile hayatımda, evlâtlarımı Allah yolunda yetiştirmekte, ticârî hayattaki dürüstlüğümde, ictimâî hayatta, İslâm’ı yaşamak, İslâm’ı yaşayarak temsil etmekte, Allah Rasûlü yanımızda olsaydı bana ne güzel tebessüm ederdi…” Ve bunun bir gayreti içinde bulunabilmek.
Nasıl bir talebe, “yok sınıf geçeyim” diye, “yok üniversite bitireyim” diye, büyük gayretin içinde; biz de ne kadar bir, Allah Rasûlü ile beraber olmanın, O’nu -inşâallah- O’nu bir tebessüm ettirmenin gayreti içinde olmayı Cenâb-ı Hak cümlemize nasîb eylesin -inşâallah-…