Takvâ Sahiplerinin Husûsiyetleri

DİNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

TAKVA SAHİPLERİNİN HUSUSİYETLERİ

Cenâb-ı Hak insanı mükerrem yarattı. Ahsen-i takvîm olmasını arzu ediyor, en güzel bir yaratık olmasını. Ve kuluyla dost olmasını arzu ediyor. Tabi (insan) nefs engelini bertaraf edecek, dostluğunu ispat edecek.

Cenâb-ı Hak:

“Biliniz ki Allah dostlarına korku yoktur. Onlar «لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ» üzülmeyeceklerdir, korkmayacaklardır.” (Yûnus, 62)

Çok korkulu bir gün, çok zor bir gün, kıyâmet günü. Peygamberlerin bile zorlandığı bir gün. Yine âyet-i kerîmede:

“Biz, peygamber gönderdiğimiz toplumları da, gönderdiğimiz peygamberleri de hesaba çekeceğiz.” (el-A‘râf, 6) buyruluyor.

Peygamberler de tebliğden hesaba çekilecek. Meselâ Yunus -aleyhisselâm- üç gün erken döndü, balığın karnına dûçâr oldu. Yine Cenâb-ı Hak onun istiğfârını ve zikrini kabul etmeseydi, “Onu kurak bir yere atardık.” buyuruyor Cenâb-ı Hak. (Bkz. el-Kalem, 49)

Yani çok zor bir gün. O zor günde, demek ki “لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ” Burada dostluğa, Cenâb-ı Hak’la dostluğa nâil olanlar, orada onlar korkmayacaklar o büyük infilâkta, üzülmeyecekler.

Kimler onlar?

“Onlar, îmân edip de takvâya ermiş olanlar.” (Yûnus, 63)

Takvâ nedir? Îmân olarak, îman, Cenâb-ı Hak neyi Kur’ân-ı Kerîm’de bildiriyor? Sihirbazların îmânını bildiriyor. Onlar Firavun’un bütün azaplarına karşı, işkencelerine karşı; “Senin azâbın, ıztırâbın dünyadadır dediler. Biz nasıl olsa Rabbimiz’e döndürüleceğiz.” dediler. (Bkz. eş-Şuarâ, 50; el-A ‘râf, 125)

Fakat dayanılmaz ıztırap karşısında:

رَبَّنَا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَتَوَفَّنَا مُسْلِمِينَ dediler.

“…Yâ Rab! Üzerimize sabır dök (sabır yağdır üzerimize, bir tâviz vermeyelim îmandan). Müslüman olarak canımızı al.” (el-A ‘râf, 126) dediler.

Habîb-i Neccâr’ı Cenâb-ı Hak bildiriyor. Tevhîdi korumak için taşlanmayı göze aldı.

Hendekte yakılanları Cenâb-ı Hak bildiriyor.

Mekkelileri, Medînelileri bildiriyor. Bizim de “onlara tâbî olan ihsan sahipleri” (Bkz. et-Tevbe, 100) onlar gibi olmamızı Rabbimiz arzu ediyor. Ancak o şekilde bizden râzı olacağını bildiriyor.

Demek ki Cenâb-ı Hak; “Kimler dost olacak?” “Onlar îmân edip (öyle bir îman, onlar) takvâya ermiş olanlar.” (Yûnus, 63)

Cenâb-ı Hak:

هُدًى لِلْمُتَّقِينَ buyuruyor. “…Takvâ sahiplerine (Kur’ân-ı Kerîm) hidâyet verir.” (el-Bakara, 2) Takvâya erenlere.

وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَيُعَلِّمُكُمُ اللّٰهُ

(“…Allah’tan korkun. Allah size gerekli olanı öğretiyor…” [el-Bakara, 282]) buyuruyor. Cenâb-ı Hak öğretiyor, Cenâb-ı Hak yardım ediyor.

Velhâsıl, yani bir, şu dünya, nefes nefes, adım adım, her hâlimizle bir imtihan durumundayız.

Takvâya ermiş olanlar bildiriliyor. Takvâ nedir o zaman?

فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰیهَا

((Nefse) iyilik ve kötülüklerini ilham edene yemin ederim ki.” [eş-Şems, 8])

Nefsânî arzular bertaraf edilecek. Rûhânî kâbiliyetler inkişâf ettirilecek. Nefsâniyet, hepsi bertaraf edilecek. Kendimizi ilâhî kameranın, ilâhî müşâhedenin altında olduğumuz, kalpte şuur ve idrak hâline gelecek. Kul:

وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ

“…Nereye gitseniz (Allah) sizinle beraberdir…” (el-Hadîd, 4)

Bunun idrâki içinde kalp olacak.

Diğer taraftan, duygular temizlenecek:

وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ

(“Biz ona şah damarından daha yakınız.” [Kāf, 16]) Cenâb-ı Hakk’ın bize şah damarından… Bir kendimiz biliyoruz iç dünyamızı, niyetlerimizi, bir de Cenâb-ı Hak biliyor.

Demek ki niyetlerimizi de düzeltebilmek.

İşte Cenâb-ı Hak ikinci âyette, kimler o kurtulacaklar:

“Îmân edip takvâya ermiş olanlar.” (Yûnus, 63)

Ondan sonra Cenâb-ı Hak bir mükâfat bildiriyor, arkadan üçüncü âyette:

“Dünya hayatında da âhirette de onlara müjde vardır…” (Yûnus, 64)

Demek ki Cenâb-ı Hak bu takvâ sahiplerine devamlı bir müjdeler veriyor.

“…Allâh’ın sözlerinde aslâ değişme yoktur. İşte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir.” (Yûnus, 64)

Peki bu müjdeler neler? Tefsirlerde belirtildiğine göre, bilhassa Allah dostlarına Allâh’ın Kur’ân-ı Kerîm’de verdiği müjdeler.

2) Peygamberimiz’in verdiği müjdeler.

Cenâb-ı Hak “Gören gözü, akleden kalbi olurum.” buyuruyor. (Bkz. Buhârî, Rikāk, 38)

Peygamberlerin verdiği müjdeler.

Ve Allâh’ın o çok yüksek kullarına gösterdiği sâdık rüyalar, müjdeler.

En mühim; ölüm ânındaki müjdeler.

Yine Cenâb-ı Hak Fussilet Sûresi’nde o ölüm ânını bildiriyor:

“Rabbim Allah’tır deyip…”

Yani dâimâ Allah rızâsı üzerine olanlar.

ثُمَّ اسْتَقَامُوا (“…Sonra dosdoğru olanlar…” [Fussilet, 30])

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in o rûhânî izinde yürüyenler.

“…Onlar için (ölüm ânında) melekler iner: «Korkmayın, üzülmeyin, Allâh’ın size vaad ettiği Cennetlerle sevinin.» derler.” (Fussilet, 30)

Yani burada şu hayatın, Allah yolunda geçen bir hayatın, Cenâb-ı Hak, mükâfatlarını bildiriyor. Bunlar, başka nasıl olacak? Yine muhtelif sûrelerde. Meselâ Enfâl Sûresi’nde:

“…Allah anıldığı zaman «وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ» kalpleri titrer…” (el-Enfâl, 2) buyuruyor bu takvâ sahiplerinin.

Nasıl bir hâdise karşısında bir heyecana kapılıyoruz; Allah denildiği zaman kalpleri titrer. Başka?

“…Allâh’ın âyetleri okunduğu zaman, îmanları artar…” (el-Enfâl, 2)

Allâh’ın murâdı nedir bu âyette? Nasıl Allâh’ın rızâsını kazanacağız? Ashâb-ı kirâmın derdi buydu.

Değişen şartlar var. Gaybı bilmiyoruz. İstikbâli bilmiyoruz.

“…Tevekkül olurlar.” (el-Enfâl, 2)

“Onlar namazlarını ikāme ederler…” (el-Enfâl, 3)

Namazda bir hassâsiyet. Kalp ve beden âhengi içinde.

قَدْ اَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ

“Mü’minler kurtuldu.” (el-Müʼminûn, 1) buyruluyor. Nasıl kurtuldu? Huşû ile kıldıkları bir namazla kurtuluyor.

Ondan sonra; mülk Allâh’a ait. Allah mülkü bir imtihan olarak veriyor. Kimine de vermiyor. Hepsi birbirine, bütün insanlar birbirine zimmetli.

“…İnfak ederler.” (el-Enfâl, 3) buyruluyor.

Yine diğer bir âyette Cenâb-ı Hak; “تِجَارَةً لَنْ تَبُورَ” (“…Aslâ zarara uğramayacak bir kazanç.” [Fâtır, 29]) buyuruyor.

Kur’ân’la iştigal edenler, Kur’ân’a güç verenler, Kur’ân’la yaşayanlar. Namazı ikāme ederler, yine Allah yolunda gizli ve açık… Açık da zarûreten açık, kalbini koruyacak. Bu da “تِجَارَةً لَنْ تَبُورَ”, umulur ki bunlar kurtuluştadır buyuruyor, beklenir ki buyruluyor. (Bkz. Fâtır, 29)

Yine Cenâb-ı Hak; nefesler nasıl olacak, duygular nasıl olacak?

“Onlar ayaktayken, otururlarken, yanları üzerindeyken Allâh’ı zikrederler…” (Âl-i İmrân, 191)

Cenâb-ı Hak’la beraberlik. O beraberliğin getirdiği netice:

“…Göklerin ve yerin yaratılışını (derinden derine) düşünürler…” (Âl-i İmrân, 191)

Bu gökleri niye yarattı? Bu yer niye yaratıldı? Biz niye yaratıldık? Bu kadar mahlûkat niye yaratıldı?

“…(Yâ Rabbi!) Sen Sübhan’sın (derler). Bizi Cehennem azâbından koru, derler.” (Âl-i İmrân, 191)

Velhâsıl tabi bunun da en mühim malzeme; muhabbet.

Muhabbet, Allah Rasûlü’nü çok sevmek.

مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَ

(“Kim Rasûlüʼne itaat ederse Allâhʼa itaat etmiş olur.” [en-Nisâ, 80]) buyruluyor.

Demek ki Rasûlullah Efendimiz’i her hâlimizde örnek almak. Kimi insan ibadetlerde; fazla ibadetler yapar vs. yapar. Namazı, orucu filân çoktur. Fakat muâmelâta dikkat etmez. Olmuyor!

Muâmelâta dikkat edecek, muâşerete dikkat edecek. Hak-hukuka dikkat edecek. Yani bir bütün olmuş oluyor din. Yani hayatın her safhasını kaplayacak. Bu şekilde kul, bir ilticâ, Cenâb-ı Hakk’a yaklaşma gayreti içinde olacak.

Misal: Meselâ İbrahim -aleyhisselâm-, malıyla Allâh’a yaklaşmaya çalıştı. Halil İbrahim bereketi oldu. Verdikçe Cenâb-ı Hak artırdı. Hattâ denir hâlâ örf olarak, bir ikram karşısında; “Allah sana Halil İbrahim bereketi versin!” denir.

Tevhîdi korumak için canıyla imtihan verdi. Ateşe girmeye râzı oldu. Tebessümle girdi Nemrut’un mancınığıyla.

Cenâb-ı Hak:

“Ey ateş! İbrahim’e serin ve selâmet ol.” (el-Enbiyâ, 69) buyurdu. Ateş, bir gülistana döndü.

Ağır iki imtihan…

Daha zor bir imtihan geldi: Kendisinin parçası İsmail -aleyhisselâm-. Gördüğü üç rüya üzerine, üçüncü tevriye günü. Arefe günü, bayramın birinci günü. Daha evvel and etmişti. “Oğlunun andında dur, sözünde dur.”

Evlâdını götürdü. Tam bıçağı koyduğu zaman Cenâb-ı Hak Sâffât Sûresi’nde:

“Selâm İbrahim!” (es-Sâffât, 109) dedi. “Selâm İbrahim!” dedi.

Niye selâm?

Dostuna selâm. Ahdini yerine getirmesine selâm.

“Sana bir nam verdik.” buyuruyor. (Bkz. es-Sâffât, 108)

“Bu çok açık bir imtihandı.” (es-Sâffât, 106) Zor bir imtihandı buyuruyor.

“İbrahim’e selâm olsun.” (es-Sâffât, 109) buyuruyor.

Şimdi, tabi İbrahim -aleyhisselâm- çok büyük seviyelere çıktı zirvelere. Tabi zirvelere çıkınca ufuk açıldı. İlâhî azametin, ilâhî kudret akışlarının tesiri, tecellîsi altında kaldı. Kıyâmet günü;

وَلَا تُخْزِنِى يَوْمَ يُبْعَثُونَ

“(Yâ Rabbi diyor, beni) kıyamet günü dirilttiğin zaman beni mahcup etme!” (eş-Şuarâ, 87) diyor, kulluğu îfâ edememekten.

Demek ki kulluk, kulluğun istikâmetinde mârifetullah, Cenâb-ı Hakk’ı kalpte tanıyabilmek. Cenâb-ı Hak:

لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

“…Onlar korkmayacaklardır, üzülmeyeceklerdir.” (Yûnus, 62) buyuruyor.

Tabi Cenâb-ı Hak cümlemizin, Rasûlullah Efendimiz’e olan muhabbetini artırsın. Mühim şey orada. İnsana muhabbet duyduğu şey kolay gelir. Namazdan muhabbet duyuyorsa namaz kolay gelir. Cömertlikten muhabbet duyuyorsa, verdikçe seviniyorsa, ona da cömertlik, o muhabbet cömertliği artırır. Her hususiyet bu şekilde.

Tabi bunların da hepsinin bu muhabbetlerin neticesinde hepsi, Allah… İşte sahâbî Allah Rasûlü’ne o muhabbeti duydu, O’na hayran oldu. O hayranlık neticesinde:

“‒Canım, malım, her şeyim Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah!” dedi.

Efendimiz de buyuruyor:

“(Ashâbım) gökteki yıldızlar gibi…” (İbn-i Abdi’l-Berr, Câmiu Beyâni’l-İlm, II, 91)

Âyet, Cenâb-ı Hak buyuruyor:

(İslâm’a giren) ilk giren Mekkeliler ve Medîneliler/Ensâr, onlara tâbî olan ihsan sahipleri…” (Bkz. et-Tevbe, 100)

Bizlerin de onlar gibi olmamızı Rabbimiz istiyor.